İklim değişikliğiyle mücadele insanlığımızın önündeki en önemli problemlerden biri olarak gündemdeki yerini korurken Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş hiç şüphesiz bu yöndeki çabaları olumsuz etkilemektedir.
2019 yılında başlayan ve hala tam olarak etkisinden kurtulamadığımız küresel pandeminin sebep olduğu yaralar sarılmadan karşı karşıya kaldığımız bu kriz pek çok ülkenin milli menfaatlerini ekonomik açılardan korumak istemeleri sebebiyle iklim değişikliğine yönelik eylemlerin geri plana atılmasına sebep olmaktadır. Bugüne kadar iklim değişikliğiyle mücadelede öncülüğüne tanıklık ettiğimiz Avrupa Birliği dahi önümüzdeki süreçte fosil yakıt kullanımında artış beklediğine dair açıklamalarda bulunmakta ve hatta bu yönde politikalar benimsemektedir.
Diğer taraftan Rusya-Ukrayna savaşı ve pandemi sonucunda görülmüştür ki küresel ölçekte tedarik zincirleri oldukça kırılgan yapılara sahip ve şoklara karşı direnç göstermek konusunda oldukça yetersizdir. Dolayısıyla iklim değişikliğinin sebep olacağı sonuçlara ek olarak bu şokların küresel ticareti olumsuz etkilemesi, ekonomiler üzerinde enflasyonist bir baskı oluşturması ve hâlihazırda küresel pandemi sebebiyle tecrübe edilen tedarik sıkıntılarını daha da artırmasını beklemek son derece muhtemeldir. Nitekim şimdiye değin gıda ve enerji konularında ciddi sıkıntılar vuku bulmaya başlamış durumdadır. Netice itibarıyla bu durum ülkeleri kendi kaynaklarını daha verimli kullanabilecekleri, mümkün olduğunca az dışa bağımlı oldukları iklim dostu modelleri düşünmelerini gerekli kılmıştır.
Bu noktada en acil meselemiz olan iklim değişikliğine yönelik eyleme geçerken tüm üretim ve tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek ve böylece daha sürdürülebilir temellere dayanan ekonomik modellere kavuşmamıza yardımcı olacak politikalar benimsememiz gerekmektedir. Mevcut ekonomik modellerimiz, “al-yap-at” yaklaşımına dayanan doğrusal bir yapıya sahiptir. Açıklamak gerekirse doğrusal modellerde kaynaklar çıkarılır, ürünlere dönüştürülür ve daha sonra atık haline getirilir. Bu noktada bahse konu atık daha sonra kullanılmaz bir şekilde israf niteliği kazanmaktadır. Bu süreç yoğun bir girdi tedarikine, enerji kullanımına ve ciddi miktarlarda atığın ortaya çıkmasıyla sonuçlanmaktadır. Doğal kaynakların sınırsız olduğunu ve insanlık olarak bizim de dünyayı sınırsız atığa boğma hakkımızın olduğunu varsayan bu sistem artık günümüz şartlarında kabul edilemez hale gelmiştir.
ÇÖZÜM DÖNGÜSEL EKONOMİDE
Doğrusal modelin aksine döngüsel ekonomilerde mevcut malzeme ve ürünlerin ömürlerinin olabildiğince uzatılması amaçlanmakta, dolayısıyla bu ürünlerin paylaşılması, kiralanması, yeniden kullanılması, onarılması ve geri dönüştürülmesi gibi yöntemlere başvurulmaktadır. Ayrıca bu şekilde malzeme kullanımının azaltılması ve ürünlerin daha az kaynak yoğun olarak üretilmesi ve atıkların da geri dönüşüm yoluyla geri kazanımı hedeflenmektedir. Döngüsel bir ekonomide tüketilen tüm ürünler tekrar tekrar kullanılmakta, ürün bozulursa tamir edilmekte, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise bu üründen yeni ürünler imal edilmesi öngörülmektedir. Popüler bir söylemle döngüsel bir ekonomide atık yeni hammadde haline gelmektedir.
Öte yandan döngüsel ekonomiyi yalnızca yeniden kullanım ve geri dönüşüm olarak nitelendirmek büyük bir yanılgıya sebep olacaktır. Zira döngüsel model sayesinde üretim ve tüketim yöntemlerinde gerçekleştirilecek değişim emisyonlarda da azaltım sağlamaktadır. Bu modelde yenilenebilir enerji ve geri dönüştürülebilir kaynakların payı artmakta, hammadde kullanımı başta olmak üzere üretim süreçlerinde su, toprak ve enerji kullanımı azalmakta ve böylece çevre üzerinde olumlu etkiler ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu sayede sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasına da yardımcı olunmakta, ekonomilerin dış dinamiklere olan bağımlılıkları da azalmakta, dış şoklara karşı üretim ve tüketim yapıları daha dayanıklı hale gelmektedir.
Bu yaklaşım daha dayanıklı ve geri dönüştürülebilir ürünler tasarlamayı, üretim döngüsünde malzemeleri yeniden kullanmayı ve daha sorumlu bir tüketimi teşvik etmeyi içeren iş modellerinin oluşumunu sağlamaktadır. Bu sayede inovasyona öncülük etmekte, yeni istihdam imkânlarının sağlanmasına yardımcı olmaktadır. Konuya ilişkin olarak Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından yapılan bir araştırmada döngüsel ekonomiye geçiş sayesinde 2030 yılına kadar küresel ölçekte 7-8 milyon net istihdam artışının gerçekleşeceği öngörülmektedir. Ekonomik kazanımları çerçevesinde ise doğrusal yapıdan döngüsel bir sisteme geçişin 2030 yılına kadar küresel ölçekte ekonomik büyüme için 4,5 trilyon dolar kadar potansiyel taşıdığı tahmin edilmektedir.
Tüm bu olumlu yanlarına karşın küresel ölçekte döngüsellik bağlamında kat edilen mesafe yeterli gözükmemektedir. 2021 Döngüsellik Boşluğu Raporu küresel ekonominin yalnızca yüzde 8,6 oranında döngüsel olduğunu ortaya koymaktadır. Raporda ayrıca yüksek değişim potansiyeline sahip sektörlere yönelik 2030 yılına kadar yüzde 17 döngüsel olma hedefinin mümkün gözüktüğü bulgusu paylaşılmaktadır.
Şüphesiz bu durum döngüsel ekonominin desteklenmesine veya teşvik edilmesine dair politikaların eksik oluşuna, bu yöndeki politikaların doğru bir şekilde paydaşlara aktarılamamasına, bu bağlamda fiyatlandırmaların gerçekleştirilemediğine atfedilebilmektedir. Ek olarak bu durum tedarik zincirlerinin kısıtlı oluşundan, teknolojik altyapıların yetersiz oluşundan veya paydaşların döngüsel ekonomiye yönelik bilgi ve uzmanlıklarının yeterli seviyede olmamasından da kaynaklanabilmektedir. Tüm bu hususlar kamu otoritesinin öncülüğünde tüm ilgili paydaşların katılımıyla kapsamlı ve kapsayıcı bir dönüşümün hayata geçirilmesini elzem kılmaktadır.
ŞEHİRLER DÖNÜŞÜMÜN EN ÖNEMLİ PARÇALARI
Bahse konu dönüşümün ekonominin hangi düzeyinde başlatılacağının belirlenmesi çok önemlidir. Ekonomik, sosyal ve çevresel etkileri düşünüldüğünde şehircilik politikaları ekonomiler üzerinde çok büyük etkiler doğurmaktadır. Öte yandan 2050 yılı itibarıyla dünya nüfusunun yüzde 70’inin şehirlerde yaşaması beklenmektedir. Hâlihazırda şehirler küresel enerji talebinin yaklaşık üçte ikisini teşkil etmekte, sera gazı emisyonlarının yüzde 80’inden ve küresel atıkların ise yüzde 50’sinden sorumlu durumdadır. Bu bilgiler ışığında özellikle şehirlerde doğrusal ekonomik modellerin benimsenmeye devam etmesi durumunda iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin artacağını hesaba kattığımız takdirde karşı karşıya kaldığımız riskler daha da belirginleşmektedir.
Hızla büyüyen şehir nüfusu ile artan mal ve hizmet talebi kaynakların verimli kullanımını, çevre dostu yapıların ve sistemlerin inşasını daha da önemli kılmakta, sağlıklı ve daha kısa tedarik zincirlerinin oluşturulmasını gerekli hale getirmektedir. Bahse konu dönüşüm şehirlerde yalnızca sanayi kesiminin alacağı aksiyonlar olarak değil, inşaat sektöründe kullanılan malzemeleri ve tasarımları, toplu taşıma ve diğer ulaşım metotlarını, gıda sistemlerini ve daha pek çok ürün ve hizmeti etkileyecektir. Bu sayede şehirlerden başlayarak tüm ekonomiler, iklim ve diğer dış şoklara karşı daha dayanıklı hale getirilebilecektir.
Şehirlerin döngüsel ekonomi için önemi 2021 yılında İtalya’nın dönem başkanlığında Roma’da gerçekleştirilen G20 Liderler Zirvesinin sonuç bildirgesinde de kendisine yer bulmuştur. Bildirgede ülke liderleri döngüsel ekonomiyi teşvik etme, kolaylaştırma ve etkinleştirmede şehirlerin kilit rolünün altını çizmiş ve yerel yönetimler tarafından konum bazlı çözümleri desteklemeyi taahhüt etmişlerdir. Ayrıca ülkeler G20 Kaynak Verimliliği Diyaloğu da dâhil olmak üzere şehirlerin kaynak verimliliklerini ve döngüsel yaklaşımlarını iyileştirme çabalarını destekleme taahhüdünde bulunmuşlardır.
DÖNGÜSEL BİR EKONOMİ İÇİN TÜM GÜCÜMÜZLE ÇALIŞIYORUZ
Rusya-Ukrayna savaşı öncesinde dahi üzerinde gelişmiş ülkelerce uzlaşıya varılmış olan bir konu olan döngüsel ekonomi bugün tedarik zincirlerindeki kırılganlık sebebiyle üzerinde daha fazla düşünülmesi ve en kısa sürede eyleme geçilmesi gereken bir konu niteliğindedir. Şüphesiz bu dönüşüm hiç kolay olmayacaktır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde doğrusal ekonomiye bağlı pek çok iş kolu bulunmaktadır. Nasıl ki fosil yakıtlara dayalı iş kollarından yenilenebilir enerjiyi temel alan iş imkânlarına istihdamı kaydırmak çok kısa sürede mümkün olamıyorsa doğrusal ekonomik yapıdan döngüsel modele dönüş için de detaylı ve planlı bir şekilde uygulanacak geçiş süreci şart gözükmektedir. Zira bu dönüşümün başarılı olmasının en önemli şartı geleneksel sanayi kollarında çalışarak hayatını idame ettiren toplumun kırılgan kesiminin bu değişimden olumsuz etkilenmemesinin sağlanmasıdır.
Türkiye döngüsel ekonominin sahip olduğu potansiyeli çok önceden görmüştür ve bu dönüşümü gerçekleştirmek için kararlı tutumunu net bir şekilde göstermektedir. Bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanımızın koymuş olduğu 2053 yılı itibarıyla net sıfır emisyon hedefi ile yeşil kalkınma planımızın uygulanmasına yönelik olarak tüm paydaşların katılımıyla kapsamlı bir şekilde çalışmalar sürdürülmektedir.
Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi’nin himayelerinde yürütülen ve taraflı tarafsız her kesimin övgüsünü kazanan Sıfır Atık Hareketi bu yönde dönüşüm adına atılmış çok kritik bir adımdır. Bahse konu girişim ile israfın önlenmesine, kaynakların daha verimli kullanılmasına, atık miktarının azaltılmasına, etkin toplama sistemleri kurulmasına ve atıkların geri dönüştürülmesi bağlamında çok büyük fayda sağlanmaktadır. Bu doğrultuda ayrıca atık toplama konusunda en verimli uygulamaları hayata geçirerek depozito iade sistemini etkin bir şekilde yürütmek ve Sıfır Atık Hareketini yaygınlaştırmak amacıyla da çalışmalarını yürüten Türkiye Çevre Ajansı kurulmuştur.
Diğer taraftan dış ticaretimizin yüzden 50’sinden fazlasını teşkil eden Avrupa Birliği (AB) ile de ikili ilişkilerimiz çerçevesinde Avrupa Yeşil Mutabakatı’na (AYM) uyum sağlanması noktasında döngüsel ekonominin önemli bir yeri bulunmaktadır. Nitekim AYM’nin ülkemizin AB’ye katılım süreci ve birlik ile olan ticari ve ekonomik ilişkileri bağlamında büyük etkisi olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun bilinciyle ülkemizin hazırlamış olduğu AYM Eylem Planı kapsamında belirlenen dokuz ana başlıktan biri “Yeşil ve Döngüsel Bir Ekonomi” olarak belirlenmiştir.
Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nda yer verilen Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nın hazırlanması süreci hızla devam ederken, bu çalışmalar kapsamında atılan adımlardan bir diğeri ise AB Döngüsel Ekonomi modeli doğrultusunda döngüsel ekonomiye geçiş konusunda Türkiye’nin kurumsal ve teknik kapasitesinin güçlendirilmesini amaçlayan proje olmuştur. İlgili tüm paydaşların dahil edileceği süreçte ülkemizin döngüsel ekonomiye geçiş potansiyelinin analiz edilmesi, AB döngüsel ekonomi stratejisinin uygulanmasına yönelik kapsamlı bir ulusal strateji geliştirilmesi ve entegre atık yönetimi alanında merkezi ve yerel yönetimlerin yönetim kapasitelerinin geliştirilmesi hedeflenmektedir.
Ülke olarak gezegenimizin kaynaklarının kısıtlı olduğunun ve ancak bu kaynakları sürdürülebilir bir şekilde kullanırsak gelecek nesillere iyi ve sağlıklı yarınlar bırakabileceğimizin bilincinde olmak durumundayız. İklim değişikliğinin yıkıcı etkileri ve son dönemdeki dış şoklar açıkça göstermektedir ki doğrusal ekonomik modellerden döngüsel yapılara geçiş bize hem bugünkü krizleri bertaraf edebilme yeteneği kazandıracak hem de iklim değişikliğiyle mücadelede güçlü bir araç olacaktır. Atacağımız her adımı çocuklarımızı ve bizden sonraki nesilleri düşünerek atmalı, onlara güzel bir çevreci ve döngüsel bir ekonomiye sahip yaşanılır bir gezegen bırakmalıyız.